İnsanların belli başlı dünyevi ihtiyaçları gibi, büyük hareketler de ekonomiye bağlı olabilir. Şüphesiz, dünyanın ekonomik problemleri bugün birinci sayfa pozisyonunu almıştır. Bugün dünya insanlarının, ekonomik teori ve pratik yollar boyunca acayip ideolojik bölünmeleri sebebiyle, dünya barışı ve dünya birliği gibi önde gelen problemler ekonomik çekişmelerin çözümüne bağlıdır.
Ekonomik problemimizin çözümü için yapılan münakaşaya tinsel (manevi) değerler getirme fikri, birçok ekonomiste konuyla alakasız görünmektedir. Son yarım yüzyıl içinde endüstriyel dünyayı harap eden binlerce krizde, bu krizleri yaratanların istekleri ne olmuştur? Adalet. Ve adalet ahlaki mi yoksa tinsel bir nitelik midir? Adalet, ekonomide kendini, yapılan iş ve servisin karşılığı olarak, hayati ihtiyaç ve konforların uygun bir şekilde dağıtımı olarak tarif eder. Geçenlerde, halkla ilişkiler eksperi olan zeki bir avukatla Washington’da bazı dünya problemlerini tartışırken kendisine aniden sordum. “Eğer bir kelime seçmeniz istenseydi, insanlığın problemlerini çözecek bir tek prensip, o kelime ne olurdu?”. Bir an düşündü ve “Adalet” dedi.
Marksizim, dini, kitleleri baştan çıkarıp terketmekle suçluyor. Din, sunmuş olduğu adalet gibi ahlaki prensiplerden başka nasıl bir esasla kavramlarımızı çarpılmaktan koruyabilir? İlim, bu gibi prensipleri insan idrağına telkin eder gibi görünmüyor. Fakat din bunu yapmıştır ve yapıyor. Bununla beraber, çağımıza kadar hiçbir din ekonomi alanına açıkça girmemiştir. Fakat, Bahaullah’ın dünyaya miras bıraktığı çok geniş öğretiler arasında, bir dünya için ekonomik modelin esas prensipleri yer almaktadır. Bahaullah tarafından ilan edilen prensipler şunlardır: sosyal teminat; derecelendirilmiş gelir vergisi; endüstriyel kazanç taksimi.
1870 yılında İranlı hikmetli şahıs, bu prensipleri ilan ettiği zaman sosyal teminat kavramı güçlükle varolabiliyordu. Bahaullah, bir devletin, yurttaşlarının geçimleriyle alakadar olmasının bir sorumluluk olduğunu bildirdi. Hiçbir kimse korkunç fakirliğe av olmaya bırakılmamalıdır. İşçi, bir iş mevcut olmadığı durumda, yer ve zaman gibi hususlar aranmaksızın minimum geçim temin edebilmelidir.
Dünyayı bu aynı kanaata getirmek 30’ların Büyük Buhran’ını yarattı. Hükümet, vatandaşlarının geçimleri ile ilgilenmeyi, kendi fonksiyonlarından biri olarak o zamana kadar hiç düşünmemişti. Onun desteklediği ve koruduğu mülkiyet idi. İnsanlar ise şanslarına veya merhamete terk edilmeliydiler.
Sosyal teminat kavramı ve tatbikatında öyle hızlı ilerlemeler yapıldı ki, bugün hiçbir hükümet, vatandaşlarının geçimleriyle ilgilenmesinin gereksiz olduğunu duygusuzca ilan eden bir fikirde ısrar edemiyor. Bilakis hükümetler bugün, yalnız toplum olarak değil, ancak, bireysel olarak da vatandaşlarının refahına gösterdikleri ilginin derecesine bağlı olarak düşüyorlar ve yükseliyorlar;
Böylece, Bahaullah’ın birinci büyük prensibi - bireyin refahı ve ekonomik normalitesi - dünyaca kabul edilen bir fikir olarak, ilk kez ve kalıcı bir biçimde yerleşiyor görünmektedir.
Bu netice, tabii ki yalnızca Bahaullah’ın haberleri sebebiyle oluşmadı. O’nun takipçileri, buna, peygamberleri vasıtasıyla kuvvetli bir şekilde dökülen aynı dünyasal vahyin sebep olduğunu söyleyeceklerdir. O, dünya barışı ve federasyonu gibi Zaman’ın Ruhu’nun bir parçasıdır. İnsanlığın organize bir bütün olarak gelişimindeki hayati bir ihtiyaç, sonunda akıllıca bir onay ve pratik kazandı.
Derecelendirilmiş gelir vergisi kavramı Bahaullah tarafından ilan edildiği zaman dünyanın hiçbir yerinde ne formüle edilmiş ve ne de uygulaması yapılmıştı. Bu fikir, yirminci yüzyılın şafağıyla doğmaya başladı ve şimdi genel kabul ve uygulama buldu. Şüphesiz, şimdilik limitlerine de erişilmedi. Sosyal teminat ile birlikte uygulandığı zaman, büyük refahın büyüsü ve boş ve israflı lüksleriyle, aşırı yoksulluğun perişanlığı ve trajedisi arasında şimdiye kadar bulunan geniş uçurumu kaldırmayı amaçlar. Bu yeni adalet, insanlığın uyanmış şuuru, her yerde istenmektedir.
Bahaullah, bu seviyeleşme sürecinin ne ölçüde olması gerektiği hakkında hiçbir imada bulunmamıştır. Bu, gelecek hükümetlere bırakılmıştır. Fakat, sonraları AbdülBahá tarafından açıklandığı gibi, bunun amacı ve neticesi büyük gelirleri azaltmak ve bütün insanlara günlük ihtiyaçlarını karşılama ortamını yaratmaktır. İnsanların daha yüksek mali ödüller, gelirler ve lüksler elde etme hakları yine korunacaktır.
Bugün, derecelendirilmiş gelir vergisi uygulaması, dünyanın bütün ülkelerinde desteklenerek takviye edilmiştir. Bu, büyük gelirleri olan insanları bıktıran bir şeydir. Herhangi bir geliri olan pek az kimse onu hoş karşılar. Gerçek şudur ki, insanlar bir bütün olarak gelir vergisi vermenin bir servet ayarlayıcı, bir sosyal adalet taahhüdü ve modern vatandaşın en büyük görevi olmasının büyük önemine uyanmamışlardır.
Bahaullah tarafından bildirildiği gibi, gelir vergisinin tinsel güdü ile verildiği gün geldiği zaman bin yıllık süre dolmuş olacaktır. Abdülbaha, 1912’de bu konuda, geleceğin insanlarının servet taksimi prensibine gönüllüce ve tinsel sorumluluk duygusuyla katılacaklarını söylemiştir. Oliver Wendel Holmes, şahsi servetini ulusuna miras bırakmakla bu durumu göstermiştir.
Gelir ve veraset vergilerinin uygun biçimde idaresi ile ekonomik adalet temin edilecektir. Bu ekonomik denge, Adaletin büyük kanununun detaylı uygulamalarından birisidir ve Bahaullah’ın kendi üzerine yüklenen, bireylere ve insanların kolektif yaşamına tesir edecek bir görevdir.
Başarılı bir ekonomik model için kapital ve emeğin ayrı ayrı ilgilerinin, endüstriyel armoni ve kararlılığı koruyucu nitelikte düzenlenmesi çok önemlidir. Yeryüzünde süregelen ihtilaller, afeti andıran düzenlemeler, devrimler-şiddetli veya barışçıl, esas olarak bu problemle ilgilidir. Ve eğer bu problem, bir kere ve tam olarak çözümlenirse, dünyanın diğer ekonomik problemleri barış içinde, akıllıca ve tecrübeli bir uluslararası çaba ile çözülebilir.
Uluslararası ticaret sorunları, dünyanın tabii kaynaklarının teknolojik kullanımı, zirai üretimdeki artış; bütün bunlar kapital ve emek probleminden daha az önemlidirler. Önde gelen problemlerin çözümü için dünya ümitle birlik olmaktadır. Barışa vakfedilmiş bir insanlık için bu çözümleri etkili kılmak zaman ve sabır istemektedir.
Fakat, kapital ve emek arasında bütün dünyaca kabul edilmiş bir çözüm yoktur. Bugün, dünyada bütün problemler temel krizlerin neticesidir,-kütlelerin güçlerine uyanışı, üretim, tüketim ve ücret faktörlerinin adil bir şekilde düzenlenmesi isteğidir.
Theodore Helme, 1947 Ocak ayında “New Age Interpreter”de şöyle yazıyordu: “Dünyada, işçiler bir ayaklanma halindedirler ve bu isyan, kavrayabileceklerinden daha derin bir içgüdüden, en büyük iş pazarlarında satılacak bir eşya gibi sosyal olarak sınıflanmalarından ortaya çıkmaktadır. Fakat işçiler eşya değillerdir. Onlar, kendilerine tinsel kuvvetler bahşedilmiş insanlardır.
Hayatı makineye en çok benzeyenlerin, bu tinsel baskıyı ve neticesi olan iç eksikliği en şiddetli bir şekilde hissetmeleri kaçınılmaz bir durumdur. Onlar, endüstriyel medeniyetimizde büyük bir sayı teşkil ederler; kuvvetlidirler. Sınıf mücadelesinde isimleri proleterdir ve iş dediğimiz şeyi yaparlar. Bu muazzam grubun içinde bir çeşit tinsel heyecan oluşmaktadır.
Değeri anlaşılamamış bir sosyolog olan Rudolph Steiner şöyle diyor: “Şimdi ve yakın gelecekte dünya tarihinin kaderi, modern proleterlerin kafalarının içinden geçene bağlıdır. Proleter, güçlenmek ve kontrolü çoğunluk kazanarak sağlamak için mücadele etmektedir. Bu hareketleri, tabiatın gerekli sürecinin neticelerini ve basit olguları kabul ettiğimiz gibi anlamalıyız. Bir depremi veya bir bahar gel-git’ini nasıl düşünüyorsak, bu hareketleri de öyle muhakeme etmeliyiz.
Bu emek bilmecesini çözmede eski formüller başarılı olamazlar. Bu, uyuşturulamayan iki elemanın elden çıkıp ulusal sabotaj şiddeti durumuna gelmesini önlemek için ileri geri birtakım kanunların dizaynının basit bir devamı olacaktır. Gerekli düzeltici ölçüler, daha esaslı bir seviye üzerinden alınmalıdır.
“Bunu yapmak için emek, izole bir problem gibi düşünülmelidir. Her şeyden önce onun, sosyal bütünlük ile ilişkisi olduğu kabul edilmelidir. Sosyal yapımızın reorganizasyonu öyle yapılmalı ki, bundan böyle hiç kimse bir sınıfa indirilmesin ve kişi, sosyal organizmaya öyle katılsın ki, işi ne olursa olsun kendisinin de bir parçası olduğu vücudun ekonomik, politik ve tinsel hayatında yaratıcı herhangi bir iş yapabilsin.”
“Bu, toplumun şimdiki tek yönlü yapısından dolayı mümkün değildir. Bu, ancak hayatın üç önemli bölümünün - ekonomik, politik ve tinsel- teker teker kendi karakterlerine tabi, fakat neticede bir bütün olarak koordine edilmiş vaziyette, özerk bir şekilde kurulması ile mümkün olur.”
Cevap ne olmalıdır? Komünizm isteklerini ortaya koyuyor ve sosyalizm ise deneylerini yapmaktadır. Serbest kapitalistik teşebbüs, geçmiş zamanlara ait üretim modelini muhafaza etmek istiyor ve çok sayıda değişik teoriler bu limitler arasında yer almaktadır.
Cevabı bulmak önemlidir. Önemi, bir akademik problem olmadığından ileri gelmektedir. O problem, bütün dünyada “kan ve demir” ile süregelen savaştır. Ekonomik faktör insanlık için bir hayat noktasıdır. Kararlı ve başarılı bir model bulunmalıdır. Yoksa, medeniyet bir sınıf mücadelesine sahne olabilir.
İşçi birliği (sendikacılık), kapital ve emek problemine bir cevap değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Emeğin şimdiki zamanda organizasyonu, istenilen neticeleri elde etmek için endüstriyel mücadeleyi amaçlar. Bundan dolayı, şimdiki endüstriyel durum, endüstriyel mücadelenin daimi tehdidi altındadır.
Bu, sendikacılığı veya istediği neticelere ulaşmayı amaçlayan mücadelesini suçlamak değildir. Endüstriyel durum önceden ne idiyse şimdi de aynıdır ve emek amaçlarına ulaşmada herhangi bir değişik yol izlememiştir ve aslında, birliğin tarihi, güç ve tehlikeli mücadele ile kazanılmış önemli menfaatlerin tarihidir.
Yine de, kronik mücadele toplum için ne dengeli ne de avantajlı bir durumdur. Bu ekonomik mücadele insana, şimdi insanoğlunun zekası ve şuuru tarafından ayıplanan uluslar arasındaki savaşlar kadar felaket getirebilir.
Öyle ise çözüm nedir? Çözüm, işveren ve işçinin her ikisini de adaletli kılabilmeli, iş meselesini dengede tutacak iki taraflı avantajlar sağlamalıdır.
Bütün insanlık ilişkilerinin kararlılığı için anahtar olan iki taraflılık, hayatın diğer problemlerinde olduğu gibi emek meselesinde de etkili olabilir. İki parti arasındaki durum veya düzen, eğer her biri kazanmaya yeteri kadar gayret gösteriyorsa dengededir. Çünkü, hiçbiri bunu bozmak hevesinde değildir. Bu, hayatta bütün ilişkilerde, ister kadın ile kocası, ev sahibi ile uşak, satıcı ile alıcı ve isterse işveren ile işçi arasında olsun geçerlidir.
Endüstriyel iki taraflılığın ve demokrasinin tarifinin usulü de Bahaullah tarafından umumi ekonomik model içine dahil edilmiştir. Bu, mecburi bir prensiptir. Onun tesirli tatbikatı emek-sermaye problemini bir kere ve bütün olarak çözecek; serbest teşebbüs sisteminin ekonomik başarısını ve dengesi temin edecek; ve eninde sonunda umumi saadet ve refahın büyük artışını sağlayacaktır. Endüstriyel sermaye-emek probleminin sihirli çözümü kar taksimidir.
Bahaullah bu ekonomik kararı ilan ettiği zaman kar taksimi, kati ve şuurlu bir ekonomik prensip olarak hiçbir yerde uygulanmamıştı. 1800’ün sonlarında Fransa’da denenmiş, 1900’lerde İngiltere ve Belçika’ya yayılmış ve bu yüzyılın ilk çeyreğinde Amerika’da bir kaç endüstriyel şirkette mühim başarılar elde etmiştir.
Bu ekonomik hareketin, yavaş ve ara sıra kendini gösteren gelişmesi, buhranlar, özellikle 30’ların Büyük Buhranı tarafından feci şekilde etkilenmiştir. (Kar taksiminin herhangi bir uygulama teorisinde çıkan asıl mesele, elde edilen karın nasıl bölüşüleceğinden çok, kar olmadığı zaman ne yapılacağı idi.
Bahaullah tarafından kastedilen ve bugün ekonomik teoride tarif edilen gerçek kar taksimi, net karın önceden belirlenmiş bir kısmının işçiye ayrılmasıdır. Bu tarif altında sistem, ne yalnız bir kar taksimi, ne işçiyi içinde bulunduğu teşebbüste bir hisse satın almaya teşvik edici ve ne de yıl sonunda işçiye verilecek hissenin taksimini bütünüyle yöneticinin takdirine bırakan bir yöntemdir. Gerçek kar taksimi, işçinin payına net kardan düşecek yüzdeyi çalışma döneminin başında garanti eder.
Kar taksimi, bir ekonomik hareket olarak zorlu bir tırmanıştır. Çünkü, hem işçi hem de yönetici tarafından engellenmektedir.
İşçi, kar taksimine bir kaç sebepten dolayı karşıdır. Üretimdeki artışı gizlemek için bir metod olduğundan şüphelenmesi en önemli sebebidir. Bu amaçla uygulandığında işçinin dezavantajı söz konusudur. İşçi, kar taksiminin endüstriyel probleme uygulanmasını düşünmezden önce, motif ve uygulamasındaki büyük samimiyete ikna edilmelidir.
Bunlardan başka, işçi birliklerinde, işçinin kar taksimini inatla ve giderek engellemesine sebep olacak bazı açık, bencil hareketler de olmuştur.
Sanayici de kar taksimini hoş karşılamamaktadır. Çünkü, büyük bir teşebbüse uygulamada bazı teknik zorluklar doğmakta, kar olmadığı devreler için tatmin edici bir çözüm bulunmamaktadır.
Yine de, bütün bu sendeletici engellere rağmen, kar taksimi şu veya bu şekilde ilerlemekte, işveren ve işçi arasında bir harmoni yaratmada dikkate değer başarı göstermekte; üretimi, insani ve kullanışlı bir derecede artırmakta; işçinin ilgilerinin yıllık kazanca ulaşma açısından öyle değerlendirmekte ki, hem yönetim hem de üretimde tam verim sağlanmakta ve israfları azaltmakta yardımcı olmaktadır.
Kar taksimi, samimiyetle uygulandığı yerlerde, emeğe göze çarpan avantajlar sağlar. Bütün bu gibi teşebbüslerde emeğin ayarlanması problemi bir kriz ve mücadele düzeyinden tamamen çıkarılır ve daimi, dengeli iş ilişkileri dönemi başlatılır.
Kar taksimi, sanayiciye göre bir yalvarış anlamındadır. Çünkü, emek problemine barışçıl ve harmonik çözüm için söz vermekte, üretim ekonomisinde işçinin kardan payını, bütünüyle olmasa da dengelemeyi temin etmektedir.
Burada şunu belirtmek gerekir ki, Bahaullah tarafından kastedildiği şekilde kar taksimi, sermaye ve emek ilişkilerini harmonik kılacak bir tek ekonomik cihaz değildir. Adaletin büyük dünya prensibinin ileri bir uygulaması olacaktır. Emek ve sermaye konusunda olduğu gibi, iki taraflı teşebbüs ve gayretlerden elde edilen karın sosyal adalete uygun taksimini temin etmelidir. Kar taksimi, Bahaullah tarafından biçimlendirildiği gibi, endüstriyel adalet için bir mandater (emir gibi) ölçüdür; sanayici ve hissedarları bir ihtiyaç içinde bırakmadığı sürece, üretimi yeteri kadar arttırsın veya arttırmasın uygulanmalıdır.
Böyle bir ekonomide krizler elimine edilecektir. Yönetim ve işçi arasındaki köklü mücadelelerde mahkemeler yetkili olacaklardır. Bu yüzyılın başlarında, AbdülBahá endüstriyel barışı muhafaza etmek için kanunların ve hükümetlerin gerekli sorumluluğu konusunda şöyle diyordu: “Fabrikatörler ve işçiler arasında muallakta kalan meselelerde adalet mahkemelerinin ve hükümetin girişimi, şahıslar arasındaki toplumu ilgilendirmeyen ve hükümetin de kendisini meşgul etmemesi gereken, alelade meselelerle kıyaslanamaz. Gerçekte, şahıslar arasında çıkan meseleler gibi gözüken patron işçi problemleri umumi zarara sebep olur; memleketin ticari, endüstriyel, zirai ve umumi meselelerinin hepsi birbirine çok yakından bağlıdır. Eğer bunlardan biri suistimale uğrarsa, bütün kütle zarar görür. Bundan dolayı, işçiler ve fabrikatörler arasındaki meseleler umumi zarar için sebep teşkil ederler.”
Bahaullah’ın ekonomik modeli, modern terminolojide kapitalistik hür teşebbüsün limitli, adil ve insancıl bir sistemi olarak düşünülebilir. AbdülBahá bir konuşmasında, ekonomik eşitliği sağlamak için girişilecek teşebbüslerin başarılarının imkansızlığını şöyle izah ediyordu: “Mutlak eşitlik imkansızdır. Çünkü, servet, şeref, ticaret, ziraat ve endüstride mutlak eşitlik, sonunda, bir refah isteği, cesaretsizlik, mevcudiyet vasıtalarının yanlış organizasyonu ve evrensel bir hayal kırıklığı getirecektir. Toplum düzeni tamamen bozulacaktır.” Demir Perde’nin arkasına kısa bir bakış bunu ispatlayacaktır.
Bahaullah’ın Yeni Dünya Düzeninin ekonomik modeli, her ne kadar pratik amaçlar için ayrı bir bölüm olarak incelenirse de, gerçek uygulamada, Bahá'í Dünya Memleketinde ekonominin izole bir faktör olarak gözükmeyeceği anlaşılmalıdır. İnsan gayretinin bu geniş ve kuvvetli sahası, tinsel güdülerle kurulmuş ve en yüksek adaletin temelleri üzerine oturmuş büyük medeniyetin bütün modelinin içine karışıp kaybolacaktır.
Dünya üzerinde süregelen ideolojik ve askeri mücadelelerden görüldüğü gibi, şimdiki karışıklıkların yerini alması gereken şey birliktir. Her ülkede üretim ve emek arasında birlik ve dünyanın bütün ülkeleri arasında ekonomik birlik.
Sonunda, bütün bu ekonomik deneylerden düzenli bir mükemmellik modeline ulaşılır. Fakat biz Bahailer diyoruz ki, bu zaruri hedefe tinsel güdüler ve kılavuz olmaksızın erişilmez. Yüksek adalet dünya üzerinde bütün ekonomik ilişkilere nüfuz edebilmelidir. Bunu yalnızca uyanmış tinsel şuur başarabilir. Üretim ve emek liderleri bencillikten çok adalete yönelik telkin edilmelidirler.
AbdülBahá diyor ki; “Tüm ekonomik sorunun gizleri tinseldir ve kalp ve ruh dünyasıyla ilgilidirler.... Teşkilata keder veren hastalık, sevgi ve fedakarlık eksikliğidir. İnsanların kalplerinde gerçek sevgi yoktur ve hassasiyetleri içlerinde birlik, sevgi ve uyuşma yerleşinceye dek, hızlandırılmaz ise insanlar arasında ne yardım ne de ıslah görülür. Bu gün teşkilatın ihtiyacı sevgi ve birliktir.”
Tinsel kuvvetler, dünya barışı ve federasyonu gibi büyük meselelerde olduğu gibi, ekonomik alanda da insanlığı gerekli hayati dünyasal amaçlara kılavuzlama, teşvik etme ve ilham verme yönünden gerekli sayılmalıdırlar. Problem cismani değildir. Bu, en dipte bir tinsel meseledir. Bireylere ve gruplara verilmiş tinsel kuvvetler dünya birliğinin etkili organizasyonu -hem politik hem de ekonomik faktörleri içeren- gereklidir.
Evvelce hiçbir din ekonomi sahasına bu şekilde, onu eninde sonunda kuvvetlendirmek için, girmemiştir. Geçmişte bazı dinler ekonomik sahada bir tesir yaratmışlardır. Mesela Yahudiliğin koyduğu kanunlar bireyin toprak sahipliği ile basit bir zirai ekonomi amaçlıyordu. Hıristiyanlık, talimlerinde, sonradan büyük Hıristiyan medeniyetinin hakiki şeklini oluşturacak, o zamanki dinsiz dünyaya yabancı bir cömert kurumlar dalgasını getiriyordu. İslamiyet de eski devrelerinde, Yahudilik gibi, bireyin refahı için samimi bir alaka ve bireyin müdafaasında ise basit adalet için kuvvetli dayanak göstermiştir.
Fakat bütün bu dinlerde ilk şevk ve bahar gayreti ölünce, insan için niyet ve tayin edilen adalet modeli yüksek tabakalardaki istismarlara yenilmiştir. Bunlar öyle istismarlardı ki, İsa birçok konuşmalarında bunlara hücum etmiştir. Kendisini haça gerdiren, ahlaki konuşmaları değil, bu istismarlara karşı savaşıdır.
Bahaullah, bütün devirlerde, ruhun büyük kuvvetini insanın dünyasal işlerinin yanında düşünmektedir. İnsanlığın uğraşlarında hiçbir şey, ister bireysel ister kolektif olsun, tamamen cismani değildir. Yeni Dünya Düzeni modeli her yerde ruh ile yayılmaktadır. Aslında, kendisi, ruh kuvveti olmaksızın bu medeniyetin gerçekleşemeyeceğini söylemiştir. O, ruhun insan güdülerinde hakimiyetine, o derecede ulaşmasının zahmet ve eziyet çekmeden gerçekleşmeyeceğini de bildirmiştir. O, ölümlülerin dünya barışı ve teminatının güneşli alanlarına ulaşmak için geçmek mecburiyetinde oldukları ölümün gölgeli vadisini de önceden görmüştü. Şimdi bu karanlık vadideyiz ve biz Bahailer diyoruz ki; ancak ruh kuvveti ve önderliğinde açığa çıkabiliriz.
Stanwood Cobb, 1951, Tomorrow and Tomorrow, sayfa 29-41
??